|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ASK HiKAYELERi..
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DUÂ DERYASI
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Paylaş
Hamd: Alemlerin Rabbi, Canab-ı Allah Azze ve Celle’ye…
Salat ve Selam: Sana Ey Alemlere Rahmet Efendimiz Aleyhisselam…
Ya Resulullah ! 1435 yıl önce dünyayı şereflendirdin. Zaten dünya Senin hizmetine yaratılmamış mıydı ?
Biz, Seni anlamaya başladığımız andan itibaren hazanlarımız bitti. Geçip gitti köhne baharlar. Şimdi yaşamayı seviyoruz, sünnetinle yaşamak için. Ölmeyi seviyoruz Sana kavuşmak için …
Ya Resulullah! Senin için mayıs sağanağı gibi boşalıyor gözlerimiz. Nisanın tül gibi ince çisillerinde Sana kavuşmak umudumuz artıyor. İmkansızlık diye bir şey kalmıyor Seni düşünürken. Gül kokuyor dört yanımız … Gül … doluyor arş-u ferş … Rebıül evvel 12 ne güzel bir tarih … Pazartesi en güzel bir gün … ve sabahın en güzel bir an …
Ya Resulullah! Bize kardeşlerim demeni düşünürken patlayıverir göz barajlarım. Süratle yanaklarıma düşen göz yaşlarımı içerim. Eğilir başım. Boynum kıldan ince olur, nerdeyse kopacak. Çözülmüştür dizlerim, yerlere yığılmışım. Ben kimim ki Sen beni de kardeşlerinin içine alıyorsun. Peşpeşe beynimde bombalar patlar. Hiç Sana layık bir kardeş olabildim mi? Biliyorum olamadım … Sen yinede bana kardeşim de Ya Resulullah ? Sen yetimdin, öksüzdün … beni ve tüm ümmetini de kendi yetimlerin, öksüzlerin, biçarelerin olarak gör … Cürmümüzü affet … Kusur ve kabahatlerimizi hoş gör. Hoş gör Ya Resullullah …
Kureyş’li müşrikler için “bilmiyorlar” dedin. Taif’liler için dua ettin. Ve ümmetini istedin hıçkırıklar içinde. Ben ümmetinin en suçlu insanı, ama Sen, beni affet ve bağrına bas… Bana havuzundan bir damla su ver … Beni kardeşin bilmesen bile kapından kovma. Bırak kapında Kıtmir’in olayım … Bırak Kıtmir’in olayım …
Yine kanıyor ciğerim Ya Resulullah! Hazreti Fatıma anamızın sözleri aklımı hercümerç etti. Biri dokunsa yerlere düşeceğim … Biri dokunsa öleceğim … Senden sonraydı Ya Resulullah! Sen bizi öksüz, yetim, çaresiz bıraktıktan sonraydı. Bayılmıştı Fatıma anamız, ve kendine gelir gelmez hıçkırıklar içinde;
“Ya ebetah! İcabe Rabben duâh …
Ya ebatah! Min Cennetil Firdevs’i me’vah …”
“Ey banim babam! Sana, Rabbin daveti
Ey benim babam! Yerin firdevs cenneti …”
demişti. Sen göçtüysen ben niye yaşıyorum. Sen göçtüysen benim yaşamamım ne anlamı var … Tam kendimi bunlara kaptırırken; Senin ümmetinin çokluğu ile övünme isteğin damarlarıma giriyor… Senin emrini biz havada tutarız Ya Resulullah! Senin emrin başımızın üzerindedir Ya Habibullah! Senin emrine canlarımız feda Ya Nebiyyullah !!!
Ya Resulullah! Bilal’in Sana kavuştu. Ezanlarını artık yeni yetimlerin okuyor. Hasan’la – Hüseyin’ler, Mehmed’ler – Ahmed’ler, Mustafa’lar, Mahmud’lar ezanını okuyor. “Eşhedü enne Muhammeden Resulullah “ta ümmetinin dizleri çözülüyor, gözleri nemleniyor, bozuluyor göz vanaları … Seni arıyor ümmetin Ya Resulullah! Ümmetin kimsesizlik içinde Seni soruyor … Gözyaşları içinde başlıyoruz namaza … kan gibi ılık gözyaşlarımız önce yanaklarımıza akıyor ve peşinden dudaklarımıza, sinemize dizlerimize, secdelerimize akıyor. Karıncalanan ellerimiz açıyoruz Cenab-ı Zül – Celal-i Vel- İkram’a; Diyoruz ki; Ya Rabbi! Biz sana layık kul, Resulüne layık ümmet olamadık.
Sen ki Merhametlerin en Merhametlisisin bizleri aşkıyla yanıp tutuştuğumuz Habibine kavuştur. Mücrimiz, suçlarımızı affet. Hata ve kusurlarımızı ört, sildir … Bizleri amellerimizle yargılama … Bizleri adaletinle yargılama … Bizleri adaletinle yargılama …
Bizleri merhametinle kucakla … Sen ki Merhametlerin en Merhametlisi …Sen ki affeden ve affetmeyi seven … Sen ki paha değil bahane arayan… bir zerrecik sevabımız varsa onu arşa yetişmiş günahlarımızın üstüne çıkar … Bir zerrecik sevabımız yoksa Senin için, Habibin için dökülmüş bir damlacık gözyaşımızla bizleri kabul et ve bizlere Nur Cemal’ini göster … Bizlere Habibini göster … Bizi, Sizden ayırma Ya Rabbi! Vallahi korkumuz cehennem değil. Senin Nur Cemal’ini görmekten, Habibinle sohbet etmekten daha büyük ceza mı var Ya Rabbi !? Kapına gelip yüz sürdük, avuç açtık gözyaşları içinde, bizi eli boş çevirme Ya Rabbi! Duâlarımızı kabul et Ya Rabbi!
Karıncalanmış ellerimiz eminlerle yüzümüze süreriz. Gönlümüze bir umut düşmüştür. Bahar gelmiştir erbainli nefesimize … ve başlarız Sana, Salatu Selam getirmeye … Senin için Kur’an’lar okumaya, mevlidler dinlenmeye …
Hamd: O Alemlerin Rabbına ki, Seni yarattı ve bizleri Sana ümmet yapıp bizleri şereflendirdi …
Sana kavuşmaya ramak kaldı Ya Resulallah! Salat ve Selam Sanadır Ya Habibullah ! Canım Sana kurbandır Ya Nebiyullah !!!


Ashâbın Resûlullah'a Aşkı
Cenâb-ı Hakkın Habîbi, beşeriyetin halâskârı ve kâinâtın yegâne efendisi bulunan Hz. Muhammed (s.a.v)i sevmek, her mümin için dînî bir vecîbedir. Allah Teâlâyı seven herkesin onu sevmesi ona muhabbet duyması dînî bir vazîfe ve haslettir. İşte bu sevgi, muhabbet duygusu Ashâb-ı Kirâm arasında aşk derecesine ulaşmış bulunuyordu. Bu sebeple onlar; itâatin en kâmilini, fedakârlığın en üstününü ve teslîmiyetin en asîlini Resûl-i Ekrem (s.a.v)e karşı göstermişlerdir.
Onlar ışığın etrafında dönen pervâneler gibi, Resûlullah (s.a.v)in etrafını kuşatırlar ve sohbetinden istifâde ederlerdi. Hatta o dereceye gelmişti ki, dünyalık rızıklarını teminden hemen sonra Resûlullah (s.a.v)e koşuyor, kendisini evinin kapısında bekliyorlardı.
Ashâb-ı Kirâm (r.anhüm) kalplerinde volkanlaşan sevgi ile en yüce örneklerini sergilemişlerdir. "Fedâke ebî ve ümmî yâ ResûlAllah!" cümlesini dillerinden düşürmezlerdi. Allah Resûlünün huzûrunda kazandıkları îman nûru ile Peygamberimiz (s.a.v)e o derece yüksek bir sevgiyle bağlanmışlardı ki, onun yanında ayrılmayı hiç arzu etmezlerdi. Hayâtî ihtiyaçları ve ev işlerini görmek için ayrıldıkları zamanlarda bile kalpleri Resûlullah (s.a.v)in huzûrunda kalırdı. Bu gibi çalışmalar sebebiyle muhabbetin hafiflemesini, îman zayıflaması şeklinde değerlendirenler oluyordu.
Hanzala b. Rabi böyle bir endîşenin içinde kıvranmaktaydı. Ziyâretine gelen Hazret-i Ebû Bekir (r.a) ona; Nasılsın? diye hatır sormuştu. O; Hanzala münâfık oldu! diye cevap verdi. Sıddîklar zümresinin serdârı hayretler içinde kaldı ve; Bu ne biçim söz!? dedi. Hanzala (r.a) şöyle ifâde etti: Resûlullah (s.a.v)in huzûrunda bulunuyoruz. O bize cennet ve cehennemden bahsederken orayı gözümüzle görür gibi oluyoruz. Resûl-i Ekrem (s.a.v)in huzûrundan çıkıp zevcelerimizin ve çocuklarımızın işleriyle meşgûl olmaya başlayınca çoğunu unutuyoruz dedi.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a) onu aldı ve Resûlullah (s.a.v)in huzûruna vardılar. Hazret-i Ebû Bekir (r.a) durumu Resûlullah (s.a.v)e olduğu gibi anlattı. Resûlullah (s.a.v) ona şunları söyledi:
Nefsim (kudret) elinde bulunan Allaha andolsun ki, huzûrumda olduğunuz hâl üzere ve zikre devâm edebilmiş olsaydınız, yataklarınızın üzerinde bulunurken ve yollarınızda yürürken melekler sizinle musâfaha ederlerdi. Lâkin ey Hanzala , bir saat (ibâdet), bir saat (işlerinizle meşgûl) olun buyurdu.
Peygamber Efendimizi görmemiş kişiler Allah Resûlü (s.a.v)nün dâmâdı Hazret-i Alî (r.a); Sizin Resûlullah (s.a.v)e muhabbetiniz nasıldı? diye sormuşlardı.İlim şehrinin kapısı bulunan Hazret-i Alî (r.a); Resûlullah (s.a.v) bize mallarımızdan, çocuklarımızdan, baba ve annelerimizden daha sevimliydi. O, susayan bir kimsenin, soğuk suya olan iştiyakından bize daha sevimliydi cevabını vermiştir.(Biz de susadık sana Ey Nebi..Vuslat ne zaman? )
Kısa vâdeli ayrılıklara bile tahammül edemeyen ashâb, fırsat buldukça onu görmeye can atarlardı. Bunlardan bir tânesi de Enes (r.a) idi. Ona olan aşkını şöyle ifâde ediyor: Hiçbir gece, Sevgili Peygamberimi görmeden yapamazdım. O, mâzîyi dile getirirken içinde bulunduğu dayanılmaz iftirâkın şiddeti ile hıçkırarak ağlamıştı.
Hazret-i Ömer (r.a)ın oğlu ve ashâbın içerisinde ilmi ile söz sâhibi olan Abdullah (r.a), ne zaman Allah Resûlü (s.a.v)nden bahsetse, gözlerinden ona olan aşkının tesiriyle aşk gözyaşları dökerdi.
Hazret-i Resûlullah (s.a.v)e hizmet etme şerefine erişmiş bulunan Sevban (r.a) bir gün; Ey Allahın Resûlü (s.a.v), zâtınız bana ehlimden ve malımdan daha sevimlisiniz. Ben sizi hatırladığım zaman gelip de zâtınızı görmedikçe sabra muvaffak olamıyorum. Ben, kendi ölümümü ve sizin vefâtınızı hatırlardım. O zaman siz cennete girecek ve diğer peygamberlerle birlikte yüce makamlara yükseltileceksiniz. Ben cennete girsem bile, ebediyen sizi göremiyeceğim diye aşk ve sevgi kederini dile getirdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi nâzil etti:
Kim Allaha ve Peygamberine itâat ederse; işte onlar, Allahın kendilerine nîmetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehîdlerle ve iyi adamlarla berâberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır.
Bu âyet nâzil olduktan sonra Ashâb-ı Kirâm efendilerimiz, bayram yapmışçasına sevinmiş, âhirette de Peygamberimizle buluşmanın aşk ve şevkiyle ağlaşmışlardı.
Resûlullah (s.a.v)in vefât etmesi üzerine, Ashâbın kederi son haddini bulmuştu. Onun sevgisiyle yanıp tutuşmak ve fakat onu görmemek... Bu, dayanılmaz hicran ile Zeyd b. Abdirabbihin oğlu Abdullah (r.a); Yâ Rabbi, benim gözlerimi âmâ kıl. Sevgili Peygamberimden sonra artık bir şey görmeyeyim! dedi. Ve oracıkta gözleri âmâ oldu.
İşte Resûlullah (s.a.v)e olan aşkları o kadar kuvvetliydi ki, Resûlullah (s.a.v)siz bir dünya düşünmüyorlardı.
Yine Resûlullah (s.a.v)e âşık olanlardan Bilâl-i Habeşî (r.a), Resûlullahın vefâtından sonra her nereye gittiyse onun geçtiği yerleri görüyor, onsuz bir dünyayı düşünemiyor ve Medîne sokakları ona dar geliyordu. Hazret-i Ebû Bekir (r.a)den müsaade alarak Şam şehrine hicret etti. Bir gece rüyâsında Resûlullah (s.a.v) ile müşerref olmuştu. Fahr-i Kâinat; Yâ Bilâl, bu cefâ nedir? Beni ziyâret etme vaktin gelmedi mi?... buyurmuşlardı. Bilâl (r.a) hüzün ve korku içinde yatağından fırladı ve devesine binip Medîne yolunu tuttu. Bilâl (r.a) Medîneye vardı ve gözyaşları içinde ziyârette bulundu ve gönlündeki volkanı gözpınarlarından akan yaşlarla teskîne çalıştı. Daha sonra Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin (r.anhümâ)yı bağrına bastı ve Resûlullah (s.a.v)in kokusunu onlardan aldı. Peygamberimizin torunları, Bilâl (r.a)den ricada bulundular:
Yâ Bilâl, Resûlullah (s.a.v) için okuduğun ezan gibi Mescid-i Nebevîde bir ezanını dinlemek istiyoruz dediler.
Allah Resûlünün âşıkı bulunan Hazret-i Bilâl (r.a) Mescidin üstüne çıktı ve ezan okuduğu yerde durdu. Yanık yüreği ile; Allahu Ekber, Allahu Ekber diye ezan okumağa başlayınca, halk, zelzeleye tutulmuş gibi sokaklara fırladı. Ezanı devam ettiği sürece bu hâl daha çok şiddetlendi. Evlerden sokaklara dökülen insanlar; Yoksa Resûlullah (s.a.v) mi dirildi? diye feryâda başlamışlardı. Medîne kurulduğu günden beri o günkü kadar çok ağlama görmemişti.
alıntı
|
|
|
|
|
|
|
45 ziyaretçi (73 klik)

-
|
|
|
|
|